İdrîs: Uhnuh, adanmış, kendini işine adamış anlamındadır. İdrîs kelimesi ders kökünden gelir aynı zamanda öğretmen, eğiten demektir. Felsefî kesimlerde alîm ya da hakîm anlamında Hermes olarak da bilinir. Mânevî mânâda İdrîs ve İlyas aynı makamı temsil etmektedirler ve Hz. Âdem’in yedinci kuşak torunudur. Bazı kitaplarda kendisine 16, 30 ya da 50 sayfa indirilmiş olduğu söylenir. Felekler ilminden ilk defa bahseden odur. Şerîat getirmiş, oruç, sadaka, adak ve öşür (vergi) mecburiyeti koymuş, aşırı yemek ve sarhoşluğu yasaklamıştır. Güzel koku ve turfanda meyveyi önermiştir. İlk defa ata binip cihat yapan nebîdir. Kur’ân-ı Kerîm’de “Kitapta İdrîs’i de zikret çünkü o sâdık bir nebî idi. Biz onu yüce bir mekâna refettik.” (Meryem, 56-57) buyurulur. Diğer bir âyette ise “İsmâil, İdrîs, Zülkifl’i zikret. Bunların hepsi sabredenlerdendi. Onları rahmetimize dahil ettik. Çünkü onlar şüphesiz sâlih kimselerdendi.” (Enbiyâ, 85-86) buyrulur. Resûlullah ise, İdrîs’in (a.s) remil ilmini bildiğini hadislerle bildirmiş ve onun mîrâca çıkıp dönmediğini haber vermiş- tir; “Sonra Cebrâil beni dördüncü semâya çıkardı. Kapının açılmasını istedi. Kim o? denildi. Cibril dedi. Beraberindeki kim? denildi. Muhammed, dedi. Ona dâvet iletildi mi? denildi. Evet, dedi. Ona merhaba, bu geliş ne güzel bir geliş, denildi. Kapı açıldı. İdrîs ile karşılaştığımda Cebrâil: ‘Bu İdrîs’tir, ona selâm ver’, dedi. Selâm verdim, o da selâmımı aldı. Sonra bana: ‘Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber’ dedi.” Dördüncü felekte mîrâca çıkmadan önce mücâhede ve riyâ- zat yaptığı, yirmi sene gece gündüz ibâdet ettiği, her akşam da yiyeceğini getirmesi için Allah’ın bir meleği görevlendirdiği bildirilir. Gece sabaha kadar namaz kılar ve suhuf okurdu. Ayakkabı tamircisi ve ilk terzi de yine kendisidir. Yazma sanatı ve icadıyla tanınır. Astronomi ve aritmetik bilmektedir. Bütün nesillerde bilgeliğin sembolüdür. ‘Hikmet-i hâlide’ denen ezelî hikmet geleneğinin pîri olduğu söylenir. Hikmet, akıl ve nur prensi olarak anılır. Hikmeti ilk kez gün yüzüne çıkaran peygamber olduğu söylenir. Allah’ın ona feleğin ve terkibinin sırrına vâkıf kılması, yıldızların toplanmasının ne anlama geldiği, yılların sayısı ve hesabı öğretmesiyle bu ünvanları kazanmıştır. İlk kez kalem ile yazı yazan, remil ilminin sahibi, hesap, kâinat ve felek ilmini ilk bilen, hey’et, tıp, bitkilerin sırlarını ilk bilen, ilk elbise diken, ilk kez ibâdethâne yapıp orada ibâdet eden, ulvî ve arzî şeyler hakkında ilk vezinli kaside ve şiirler yazan, şehircilik yönetimini iyi bilen, ölçü ve tartı âletlerini ilk kullanan, ilk kez silah yapan, yeryüzünde ilk defa demiri keşfedip âlet yapan, ziraati geliştiren ve yetmiş iki dil bilen kişidir. 72 dil bilmesinden 72 tür insanı anlayan ve onlara hitap edebilen mürşit makamını temsil ettiği anlaşılmaktadır. İbn Arabî Hazretleri ise İdrîs Peygamber ile birçok kez gö- rüştüğünden bahseder. Bunların en önemlisi ise hazretin kendi mîrâcı esnasındaki görüşmeleridir. İbnü’l Arabî de felek ilmini ilk defa Allah’tan alıp insanlara öğreten peygamberin İdrîs (a.s) olduğunu bildirir. “Kitabü’l İsraf”da İdrîs Peygamber: “Feleğin incelikleri ana hususlara ve tafsîlî olarak sahip olduğu ilimleri müşâhede ettiklerini ve Allah Teâlâ’nın bu ulvî âleme yerleştirdiği sırları, dînin ve şerîatının tâbilerinden zeki ve anlayışı kuvvetli kişileri seçerek onlara öğretmiştir” buyurur ki bu mürşitlik vasfıdır. “Tenezzülat”ta ise İdrîs’e (a.s) atfettiği bir başka özellik ‘sâ- hibü’t-te’sîs’ tir. Tesis ise kurmak, başlatmak anlamına gelir. Gene İbn Arabî’ye göre peygamberlerin dört ana özelliğinden bahsedilir. Sâlih, nebî, şehit ve sıddık. Onların sâlihliği nübüvvette ehil olmaları şeklinde değerlendirilir. Dolayısıyla bütün nebîler sâlihtir. Ama her sâlihin nebî olması gerekmez. İdrîs Peygamber’in sıddık oluşu âyette geçmektedir. Bu da İdrîs Peygamber’in Allah’a muhabbetinin en üst dereceden olduğunu gösterir. Sıddıklığın ‘yeşil nur’ olduğunu ve ilâhî muhabbetin Nûr ismiyle tecellî ettiğini belirtir. İdrîs hakkında başka bir âyette “Kendilerine nimet verdiğimiz ve hidâyete eriştirdiğimiz müctebâ nebîlerdendir.” buyurulur. Müctebâ ise Allah’ın onlara muhabbet ettiği mânâsındadır. İdrîs’in bir günde yükselen ameline, âdem oğlunun bir ayda yükselen amelinin denk gelmediği bildirilir ki, bu da onun nâfile ibâdetle meşgul olduğunu gösterir. Bursevî’nin de belirttiği gibi, kendisine lütfedilen bu muhabbet yani aşk ile dördüncü feleğe yükselmiştir. Diğer bir âyette: “Kendilerine Cemâlnur Sargut 21 Rahmân’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlar.” âyetidir ki, Rahmân kelimesinden dolayı âyetlerin peygamberlere müjde olarak geldiği anlamına gelir. İbn Arabî secdeyi kulun aslını müşâhede etmesi şeklinde tarif eder. Bu da mârifet-i ilâhiyye’nin aslıdır. (“Nefsini bilen Rabb’ini bilir.”) Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm İsmâil, İdrîs ve Zülkifl’i sabredenlerden sayar. Buradan da İdrîs Peygamber’in yaşamı boyunca çok sıkıntılara düçar olduğu anlaşılır. İbnü’l Arabî, felsefecilerin ilmi İdrîs’in şerîatından aldıklarını fakat te’vil ettiklerini, ihtilafa düştüklerini, bir âlimin diğer âlimin fikrine ters düştüğünü, İdrîs Peygamber’in kendisinden öğrendiğini anlatır. Ayrıca İdrîs Peygamber’in yaptığı bir başka görüşmede, Hz. İdrîs ona kendisini dört özelliğiyle tanıtır. Birincisi Allah’ın celâl sıfatının sahibi olduğu ki, bu da İbn Arabî’ye göre iki anlama gelir: Birincisi izzet ve yükseklik, ikincisi tenezzül. Bu isme sahip kişiler İbn Arabî’ye göre hakir ve fakir kul olmakla birlikte celâl sahibi olurlar. Rabbî azametleri zuhur eder. İkincisi: İsm-i câmi’nin mazharı olması yani kutup olması hasebiyle, Allah isminin mazharı oluşudur. Bu da İbn Arabî’nin şu sözleriyle açılır: “Kelimetullah kul olduğu gibi Allah lafzı Zât’a delâlet eder.” Yani Allah’ın halîfesi olduğundan zâtın sûreti üzeredir. Bu ise esmâ ve sıfatlarının kemâl seviyesinde olduğunu gösterir. Bu hâlin en üst seviyesi cevâmiü’l-kelîm olan peygamberin vasfıdır. İbn Arabî sü- lalenin tayyibi olduğunu söyler. Bu da insan cinsinin genel kutbu olduğunu gösterir. İbn Arabî Hz. İdrîs’i nebiü’l a’lâ ve aliyyüş-şan diye anar. Bu ise onun yükseklik ile vasıflandığına delilidir. Bazen de ‘güneşin efendisi’ veya ‘şark ehli’ diye adlandırır.